Haksız Fiil ve Zarar

HAKSIZ FİİL VE ZARAR

 

Av. Eda KULAKSIZOĞLU – Av. Mahmut Atakan ÇÖPLÜ

Makale Kontrolü: Yön. Av. Oğuzcan DOZCAN LL.M.

Borç hukuken dört farklı kaynaktan doğabilir. Daha açık bir ifadeyle borç sözleşmeden doğabilir, haksız fiilden doğabilir, sebepsiz zenginleşmeden veya kanunun kendisinden doğabilir. Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” demek suretiyle haksız fiil sorumluluğunu düzenlemektedir. Haksız fiil sorumluluğun doğması için Borçlar Kanunu’nun 49. Maddesinde sayılan unsurların gerçekleşmesi gerekir. Sorumluluğun oluşabilmesi için hukuka aykırı bir fiilin varlığı, fiili işleyen kişinin kusurlu olması, zararın oluşması ve söz konusu fiil ile zararın oluşması arasında illiyet bağının varlığı gerekmektedir. Her ne kadar Borçlar Kanunu haksız fiil sorumluluğunun oluşması için kusurun varlığını arasa da istisnai olarak kanun ve Yargıtay içtihatları ile kusursuz sorumluluk halleri de getirilmiştir. Söz konusu istisnai hallerde kusur unsuru aranmaksızın, diğer unsurların varlığı halinde haksız fiil sorumluluğunun oluştuğu kabul edilmektedir.

Haksız Fiilin Unsurları:

1.Fiil ve Hukuka Aykırılık

Haksız fiil sorumluluğun doğabilmesi için ilk olarak bir fiilin varlığı gerekmektedir. Fiilden söz edilmez ise sorumluluktan da söz edilemez. Bu fiil yapma veya yapmama şeklinde ortaya çıkabilir. Herhangi bir davranışı yapmaktan kaçınma veya imtina etme de fiil olarak nitelendirilebilir. Fiilin varlığı kusur sorumluluğu bakımından önem taşır. Ancak belirtmek gerekir ki kusursuz sorumluluk hallerinde sorumluluğun oluşabilmesi bakımından fiilin varlığı şart değildir. Örnek vermek gerekirse Türk Borçlar Kanunu’nun 69. maddesinde düzenlenen “Yapı Malikinin Sorumluluğu” bakımından herhangi bir fiilin varlığı aranmamaktadır.

İkinci olarak, söz konusu fiilin hukuka aykırı olması gerekmektedir. Fail, hukuk düzeni tarafından yasaklanan fiilinin sonucuna katlanmak zorundadır. Hukuka aykırı bir fiilden söz edebilmek için hukuka uygunluk halinin bulunmaması da gerekir. Kanunda belirtilen hukuka uygunluk hallerinde, fiilin hukuka aykırılığından bahsedilemeyecektir. TBK madde 63 hükmü ” Kanunun verdiği yetkiye dayanan ve bu yetkinin sınırları içinde kalan bir fiil, zarara yol açsa bile, hukuka aykırı sayılmaz” demek suretiyle hukuka aykırılığı kaldıran halleri düzenlemiştir.   İlgili maddenin 2. fıkrasında “Zarar görenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar, zarar verenin davranışının haklı savunma niteliği taşıması, yetkili kamu makamlarının müdahalesinin zamanında sağlanamayacak olması durumunda kişinin hakkını kendi gücüyle koruması veya zorunluluk hâllerinde de fiil, hukuka aykırı sayılmaz.” şeklinde belirtilerek sayılan istisnai durumlarda fiilin hukuka aykırı sayılamayacağını, bunun doğal sonucu olarak da fiilin haksız fiil teşkil edemeyeceğini düzenlemektedir.

Türk Hukukunda hangi fiillerin hukuka aykırı sayılacağına ilişkin açık bir hüküm yer almamaktadır. Doktrinde de konuya ilişkin görüş aykırılıkları mevcuttur. Kanun koyucu hangi fiillerin hukuka aykırı sayılacağını sıralamaktan kaçınmıştır. Doktrinde bu hususa ilişkin genel olarak iki farklı hukuka aykırılık görüşü mevcuttur. Bunlardan ilki sübjektif hukuka aykırılık görüşüdür. Bu görüşü savunanlara göre, hukuk düzeni tarafından korunan bir fiil olmaksızın başkasına zarar veren bu zararını gidermekle yükümlüdür. Daha açık bir ifadeyle, fiili işleyen kişinin hukuk düzeni tarafından korunan bir hakkı bulunmaması gerekmektedir. Bu görüşün benimsenmesi halinde her türlü ortaya çıkan zararın giderilmesi şeklinde bir sonuç doğacaktır.

Bir diğer görüş ise objektif hukuka aykırılık görüşüdür. Bu görüşü savunanlara göre ise ortada hukuka uygun olarak nitelendirilecek bir fiilin olmadığı hallerde zararın giderilmesi gerekmektedir.

Ahlaka Aykırılık

Haksız fiil sonucunda mutlak zarar söz konusu değilse ya da hukuka aykırılık unsuru bulunmuyorsa, TBK m. 49/2 uyarınca, “Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Denilerek ahlaka aykırı bir davranış bulunması şartı getirilmiştir. Bu fıkra da objektif hukuk teorisini destekler niteliktedir çünkü ortada zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunması şartı konulmuştur. Ahlaka aykırı davranışa sonuç bağlanmasının sebebi, hukuka aykırılığa veya mutlak hak ihlaline varmayan bir durumun yine de hak ihlaline sebebiyet verilebilmesi ve bağlanmadığı takdirde hukuka ve hakkaniyete aykırı bir sonuç doğabilecek olmasıdır.

Ahlaka aykırı davranışla kasten zarar verilmişse Türk Hukuku’nda bir zararın tazmini haksız fiil sorumluluğu kapsamında mümkündür.

Ahlaka aykırılık kişisel ahlak anlayışı değil, halkın ahlak anlayışına aykırı eylemler kastedilir. Bir eylem zarar görenin sadece kazanç kaybına neden oluyorsa ve kasten zarar verme amacıyla yapılmışsa ahlaka aykırı kabul edilir.

2.Kusur

Kusur kavramı Türk Borçlar Kanunu’nun yine 49/1 maddesinde düzenlenmiştir. Ancak, ilgili maddede kusur sorumluluğunun tanımı yapılmamıştır. Herhangi bir tanım yapılmamakla birlikte kusur kavram olarak sorumluluğun kurucu unsuru olarak tanımlanmıştır.[1] Bir başka deyişle, zarar verenin haksız fiilden sorumlu olabilmesi için kusur kural olarak gereklidir. Fakat, istisnai olarak kusursuz sorumluluk halleri de mevcuttur. Kusur kavramının tanımı yapmak gerekirse kusur, hukuk düzeninin kınadığı, hoş görmediği davranış biçimidir.[2] Kusur kavramı hukuka aykırılık ile birlikte incelenmesi de yerinde olacaktır. Buna göre hukuka aykırılık, fiilin bir hukuk kuralına aykırı olduğunu, kusur ise, bu hukuk kuralına aykırı fiile ilişkin iradesi sebebiyle failin davranışının kınanan bir davranış olmasını ifade eder. [3]

Failin hangi hareketlerinin hukuk tarafından kınandığı ise failin davranışlarının derecesini belirler. Bu noktada iki tür kusurdan bahsedebilmek mümkündür. Bu türler kast ve ihmaldir. Failin hukuka aykırı sonucu isteyerek davranmışsa kast, hukuka aykırı sonucu istemiş olmayıp bu hukuka aykırı sonuçtan kaçınmak için iradesini yeterli derece kullanmamışsa ihmalden söz edilir. Belirtmek gerekir ki, sorumluluk hali için kastın kusurun çeşidinin bir önemi yoktur. Kusurun varlığı sorumluluk hali için yeterlidir. [4]

a)Kast

Kast yukarıda da incelendiği üzere hukuka aykırı sonucu bile isteye davranılması durumudur. Failin bu sonucun bilincinde olduğunu ifade etmektedir. [5]  Kastın da iki adet alt türden bahsedilebilir. Bu türler doğrudan ve dolaylı kasttır. Failin, zararlı sonucu isteyerek hareket etmesine doğrudan kast denir.[6] Bu türde fail meydana gelen hukuka aykırılığı ve bunu doğuracak fiili isteyerek hareket etmektedir. Örnek olarak, arabayı kişinin üstüne sürerek çarpması verilebilir. Diğer kast türü failin, fiilinin hukuka aykırı sonucunu doğrudan istememekle beraber bu zararın meydana gelmesini umursamayarak bunu göze almasına halidir. Buna razı olmasına dolaylı kasıt denir.[7]

b)İhmal

Yine yukarıda tanımı yapıldığı üzere failin iradesini yeterli düzeyde kullanmayarak ilgili sonucu istemese bile hukuka aykırılığı meydana getirmesidir. İhmalin de iki çeşidinden bahsedilebilir. Bunların arasında keskin bir ayrımın yapılması güç olmakla beraber, ihmal Roma Hukukunda miras kalan bir ayrıma göre ağır ve hafif olarak incelenebilir. Aynı şartlar altında bulunana makul her insanın alması gerekli en basit önlemin alınmamış olması ağır ihmal durumunu oluşturur.[8] Diğer bir hal olan hafif ihmal ise ancak dikkatli kişilerin gösterebileceği özenin gösterilmemiş olması halidir. Bu durumda ihmal ağır ihmal derecesine ulaşmamaktadır.[9]

3.İlliyet Bağı

İlliyet bağı, sorumluluğun asli koşulu, tazminat hukukunun temel ilkesidir.[10] İlliyet bağı olmadan herhangi bir sorumluluğun oluşması mümkün değildir. İlliyet bağı zarar ile fiil arasındaki bağı kurar. Bir başka deyişle, gerçekleşen zararla sorumluluğun bağlandığı olay veya davranış arasındaki sebep-sonuç ilişkisine, genel anlamda illiyet bağı denir.[11]

Doktrinde illiyet bağına ilişkin olarak iki önemli görüş vardır. Bunlardan ilki “Şart Teorisi” olarak anılmaktadır. Bugün artık çok fazla savunucusu kalmamış olan bu teoriye göre, davranışı zararın gerçekleşmesi bakımından “onsuz olmaz şart” (conditio sine qua non) olan herkesi sorumlu tutar.[12]

Bugün günümüzde uygulamada ve doktrinde hâkim olan görüş ise “Uygun Nedensellik Bağı” görüşüdür. Bu görüş, Şart Teorisi’ne nazaran daha hakkaniyetli olarak sonuç doğurmaktadır. Bir zararla fiil arasında nedensellik bağı bulunduğunun kabul edilebilmek için yaşam deneyimlerine göre olayların normal akışında fiilin o zararı meydana getirebileceğinin olayların normal akışına göre kabul edilmesidir.[13] Burada dikkat edilmesi gereken husus, objektif kriterlere göre fiilin o zararı meydana getirebilip getiremeyeceğinin belirlenmesidir.

Çoğu zaman bir zararın meydana gelmesinde birden çok sebep ve nedensellik bağı da söz konusu olabilmektedir. Böyle durumlarda zararın meydana gelmesinde hangi sebebin ve nedensellik bağının belirlenmesi önem taşımaktadır. Birden fazla olgunun, aynı zararı meydana getirmesinde etkili olması halinde, etkili olan olgu diğer olgunun nedensellik bağını kesmektedir.

İlliyet bağı, kanunda istisnai olarak düzenlenen kusursuz sorumluluk hallerinde de önem taşımaktadır. Zira sorumluluğun doğması için kusurun aranmadığı bu hallerde, fail çoğu zaman fiili ile zararın meydana gelmesinde illiyet bağının olmadığı savunmasını yaparak sorumluluktan kurtulabilecektir.

4.Zarar

Zarar haksız fiil sorumluluğu bakımından en önemli unsurlardan biridir. Dolayısıyla, haksız fiil sorumluluğunun oluşabilmesi için hukuka aykırı fiil neticesinde bir zararın meydana gelmesi gerekmektedir. Zarar yoksa, tazminat sorumluluğu da yoktur. Hukuka aykırı fiil ile aktifinde rızası dışında azalma olan kişi, rızası dışındaki azalmanın tazminini talep edebilecektir.

Zarar bakımından çeşitli ayrımlar söz konusudur. Bunlar aşağıda incelenecektir:

Maddi Zararın Tanım ve Unsurları:

Bir kimsenin rızası dışında malvarlığında meydana gelen azalma zarar olarak tanımlanabilir. Maddi zarar üç unsurdan oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla malvarlığı, malvarlığında azalma ve bu azalmanın kişinin rızası dışında meydana gelmesidir.

Malvarlığı, parasal değeri olan ve ekonomik olarak ölçülebilen hukuki değerlerin meydana getirdiği her şeydir. Malvarlığı genel olarak aktif ve pasiflerden oluşmaktadır. Malvarlığının içerisinde taşınır ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı, intifa hakkı gibi sınırlı ayni haklar, fikri sinai mülkiyet hakları gibi haklar oluşturmaktadır. Kişilik hakları teknik olarak malvarlığı hakları içerisinde sayılmamaktadır. Ancak bir haksız fiil ile kişilik hakkının ihlal edilmesi durumunda, zarar görenin malvarlığında istemi dışında azalma meydana gelebilir. Bu gibi hallerde malvarlığı ekonomik anlamda etkilenmiş olacaktır.

Malvarlığının eksilmesi, zarar gören kişinin yukarıda da bahsedildiği üzere rızası dışında aktifinde azalma meydana gelmesi veya pasifinde artış meydana gelmesi anlamını taşımaktadır. Malvarlığının eksilmesine yönelik tespit, zararın meydana gelmesinden önce ve zarar meydana geldikten sonraki fark hesaplanarak yapılmaktadır.

Kişiye Verilen ve Şeye Verilen Zararlar:

Genel olarak vücut bütünlüğünün ihlali neticesinde meydana gelen ve bu sebeple malvarlığında eksilmeye sebebiyet veren zararlar kişiye verilen zararlardır. Eşyaya verilen zararlar ise şeye verilen zararlar kapsamına girmektedir.

Diğer Zararlar:

Kişiye verilen zararlardan ve şeye verilen zararlardan geriye kalan zararlar da diğer zararlar olarak kabul edilmektedir. Günümüzde, yakın bir tarihte birçok örneğini de gördüğümüz üzere itibar kaybı gibi malvarlığında eksilmeye yol açabilecek zararlar da mevcuttur.

Doğrudan Zarar ve Dolaylı Zarar ve Yansıma Zarar:

Zarar verici olayın uygun sonucu olan her zarar, doğrudan doğruya zarar, diğerleri ise dolaylı zarardır. Burada genellikle borçlu veya failin, zarar görenin hukukça korunan bir varlığına yönelen ihlal fiilinden doğan ilk zarar ile buna bağlı olarak sonradan doğan zararlar söz konusudur.[14]Bu ayrımda dikkat edilmesi gereken en önemli husus illiyet bağıdır.

Yansıma zarar ise isimlendirilmesinden de anlaşıldığı üzere haksız fiil neticesinde direkt olarak saldırıya uğrayan kişinin değil de bu kişiyle bağlantılı diğer kişilerin uğradığı zararı ifade etmektedir. Aslında yansıma zarar gören kişilerin herhangi bir mutlak hakları ihlal edilmediğinden yani haksız fiilin hukuka aykırılık unsuru eksik olduğundan normal şartlarda bu kişilerin zararının tazmin edilmemesi gerekmektedir. Ancak bazı durumlarda haksız fiil sonucunda zarara uğrayan kişinin yanı sıra yakınlarının da zarar gördüğü ve bu zararların tazmin edilmesi gerekliliği tartışılmış ve neticeten çeşitli hukuk sistemlerinde farklı esaslar kabul edilmiştir. Türk hukuk sisteminde yansıma zararların ancak özel bir koruma normu ile düzenlendiği hallerde talep edilebileceği yönünde düzenleme yapılarak sınırlı ve istisnai bir uygulama alanı tercih edilmiştir. Bu düzenlemeler ile yansıma zarar gören kişilere, haksız fiil açısından eksik olan hukuka aykırılık bağını sağlayan özel koruma normları çerçevesinde zararlarını tazmin etme imkânı tanınmıştır[15].

Menfi Zarar ve Müspet Zarar:

Menfi zarar ve müspet zarar kavramları, sözleşmesel sorumluluk kapsamında gündeme gelmektedir. Menfi zarar, sözleşmenin kurulmamasından veya geçerli olmamasından; müspet zarar ise, ifa edilmemesinden doğan zararı ifade eder.Menfi ve müspet zarar kavramları yalnızca sözleşmesel sorumlulukta söz konusu olup, haksız fiil sorumluluğunda gündeme gelmez.

Mevcut Zarar-Müstakbel Zarar- Muhtemel Zarar:

Bu ayrım zararın meydana çıkışı bakımından önem arz etmektedir. Mevcut zarar, haksız fiilin hemen akabinde ortaya çıkan fiili zarar ve mahrum kalınan kar olarak nitelendirilebilir. Muhtemel zarar, haksız fiilin hemen akabinde ortaya çıkmamış, dolayısıyla henüz belirli olmayan ileride olması muhtemel olan zararları tanımlamaktadır.

Fiili Zarar- Mahkum Kalınan Kar:

Fiili zarar ve mahrum kalınan kâr ayrımı ileride zararın hesaplanması aşamasında bu zarar kalemlerine uygulanacak hükümlerin farklılaşması nedeniyle oldukça önemlidir. Fiili zarar, haksız fiil neticesinde zarar görenin malvarlığının aktifinin azalması veya pasifinin artması şeklinde gerçekleşen bir fiili durumu ifade etmekteyken; mahrum kalınan kâr ise zarar görenin normal şartlarda elde edebileceği bir kazançtan tamamen veya kısmen mahrum kalması olarak tanımlanmaktadır. Esasında burada oluşan kâr yoksunluğu da yine malvarlığının aktifinin azalması veya pasifinin artması şeklinde gerçekleşmektedir.[16]

Fiili zararda zarar görenin hâlihazırda sahip olduğu şeyler azalmaktayken, mahrum kalınan kâr durumunda zarar görenin hâlihazırda sahip olmadığı ancak sahip olabileceği şeyler azalmaktadır. Bazı durumlarda ise bu iki durum yani fiili zarar ile mahrum kalınan kâr birlikte gerçekleşmektedir. Öğretide bu duruma örnek olarak ticari faaliyet kapsamında taşımacılık yapan bir gerçek veya tüzel kişinin ticari aracının haksız fiil sonucunda hasar görmesi ve bu sebeple bir süre aracını kullanamaması durumu gösterilmektedir. Bu durumda hasar nedeniyle oluşan tamir giderleri ile araç değer kaybı fiili zararı oluşturmaktayken; aracın kullanılamadığı süreçte o araçtan kazanılması beklenen ancak kazanılamayan gelirler mahrum kalınan kâr kalemini oluşturmaktadır. Her ne kadar bu örnekte eşyaya gelen zarar kapsamında mahrum kalınan kardan bahsedilmiş ise de desteğin öldürülmesi nedeniyle destekten yoksun kalan kişilerin durumunda olduğu gibi kişiye verilen zararlarda da mahrum kalınan kâr söz konusu olabilmektedir.[17]

KUSURSUZ SORUMLULUK HALLERİ:

Haksız Fiil sorumluluğunun doğabilmesi için genel kural olarak her ne kadar kusur unsuru aransa da kanunda sayılan istisnai hallerde kusur unsuru aranmaksızın haksız fiilin varlığını kabul etmektedir. Bu tür sorumluluk halleri kusursuz sorumluluk halleridir. Türk Borçlar Kanunu, düzenlediği bu hallerde failin fiilinde kusurlu olup olmadığına bakmaksızın, fiil ile zararın ve bunlar arasındaki illiyet bağının varlığı halinde faili sorumlu tutmaktadır. Bu kusursuz sorumluluk halleri kanunun sırasıyla adam çalıştıranın sorumluluğu, hayvan idare edenlerin sorumluluğu, yapı malikinin sorumluluğu, ayırt etme gücü bulunmayanların sorumluluğu, ıztırar halinde verilen zarardan sorumluluk ve tehlike sorumluluğudur.

1.Adam Çalıştıranın Sorumluluğu:

Kanunda düzenlenen en önemli kusursuz sorumluluk hallerinden biri olan adam çalıştıranın sorumluluğu, TBK madde 66 hükmü uyarıncaAdam çalıştıran, çalışanın, kendisine verilen işin yapılması sırasında başkalarına verdiği zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmektedir. Özen sorumluluğu hükümleri arasında yer alan bu sorumluluk türü, yalnızca özen yükümlülüğünün yerine getirildiğinin ispatı halinde failini sorumluluktan kurtarabilir. Adam çalıştıran kimse, kendi emir ve talimatı altında çalıştırdığı işçinin üçüncü kişilere verdiği zarardan kusuru olup olmadığına bakılmaksızın sorumludur. Sorumluluğun doğabilmesi için eser sözleşmesinin varlığı şart değildir. Önemli olan husus, zarara sebebiyet veren fiili işleyen kişinin, adam çalıştıranın emri ve talimatı altında söz konusu fiili işlemesidir. Adam çalıştıran ancak, TBK’nın “Adam çalıştıran, çalışanını seçerken, işiyle ilgili talimat verirken, gözetim ve denetimde bulunurken, zararın doğmasını engellemek için gerekli özeni gösterdiğini ispat ederse, sorumlu olmaz.” şeklindeki düzenlemesi uyarınca özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat edebilir. Adam çalıştıran, zararı tazmin etmesi halinde işçiye kusuru oranında rücu edebilecektir.

2.Hayvan İdare Edenlerin Sorumluluğu

Hayvan idare edenlerin sorumluluğu da aynı adam çalıştıranın sorumluluğu gibi özen sorumluluğudur. TBK’nın 67. maddesinde “Bir hayvanın bakımını ve yönetimini sürekli veya geçici olarak üstlenen kişi, hayvanın verdiği zararı gidermekle yükümlüdür.”şeklinde düzenlenmektedir. Buna göre hayvan sahipleri, kendi gözetimindeki hayvanların başka kimselere verdikleri zarardan sorumlu tutulurlar. Örnek vermek gerekirse bir köpek sahibi, köpeğin yolda giderken başka birini ısırması ve bedensel bir şekilde yaralanmaya sebebiyet vermesi halinde, kendi gözetiminde olan köpeğin verdiği zarardan, kusuru olup, olmamasına bakılmaksızın sorumludur. Kanunda düzenlenen bu özen sorumluluğu halinden de sorumluluğu bertaraf etmenin tek yolu özen yükümlülüğünün yerine getirildiğinin ispat edilmesidir. Buna göre hayvan sahibi, kendi gözetiminde olduğu hayvanın zararını önlemek için elinden gelen dikkat ve özeni gösterdiğini ispat etmesi halinde sorumluluktan kurtulabilecektir.

3.Yapı Malikinin Sorumluluğu

Türk Borçlar Kanunu’nun 69. maddesiBir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür.” ifadesi ile yapı malikinin sorumluluğunu düzenlemektedir. Söz konusu kusursuz sorumluluk halinin doğabilmesi için öncelikle bir yapının varlığı gereklidir. Yapı insan tarafından yapılan ve belli bir toprağa bağlı olan her şey demektir. Burada kanunun aradığı, insan tarafından inşa edilen ve toprağa bağlı olan bir binanın yapım aşamasında veya bakım eksikliği sebebiyle üçüncü kişilere karşı verdiği zararlardır. TBK’nın 69. Maddesinin 2. fıkrasında “İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar.” demek suretiyle yapı maliki ile birlikte intifa hakkı ve oturma hakkı sahibini de müteselsilen sorumlu tutmaktadır. Ancak önemle belirtmek gerekir ki, kanunda düzenlenen diğer kusursuz sorumluluk hallerinden biri olan adam çalıştıranın sorumluluğundan en önemli farkı, yapı malikinin sorumluluğunda sorumluluk karinesi mevcut değildir. Dikkatli özeni gösterdiğini ispat ederek sorumluluk karinesini çürütmesi ve sorumluluktan kurtulması mümkün değildir. Sorumluluğun doğması için binanın yapım aşamasında veya bakım ve tadilat eksikliğinden kaynaklanan bir sebeple üçüncü kişiye zarar verilmiş olması gerekir. Her ne kadar, yapı maliki özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat etse dahi sorumluluktan kurtulamasa dahi, zarar ile binanın yapımında bozukluk veya bakım eksikliği arasında illiyet bağının bulunmadığını ispat ederse sorumluluktan kurtulacaktır. Özellikle deprem gibi bir afetin ülke çapında yaygın olarak meydana geldiği düşünülürse, yapı malikinin kusursuz sorumluluğu düzenlemesi önemini kanıtlamaktadır. Yüksek şiddette olmayan depremlerde dahi yapıların oldukça kolay zarar gördüğü ve çoğu zaman üçüncü kişilere zarar verdiği görülmektedir.

TBK. 69. Madde de öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için söz konusu yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir. Yapım bozukluğu, bir inşaatın kötü yapılmasını, imal ve inşaat zamanında uyulması gerekli olan teknik kurallara uyulmamış olmasını ifade eder. Bir yapı eserinin maliki, bunların hiç kimse ve hiçbir şey için tehlike taşımayacak şekilde yapılmasını ve işlemesini garanti etmekle yükümlüdür. Bakımsızlık ve koruma eksikliği ise, bir inşaatın kullanmaya uygun ve tehlikeleri önleyecek biçimde korunmamasını ifade eder. Yapının tamamlanmasından sonra kendini gösteren ek güvenlik tertibatı ihtiyacının giderilmemesi de bir bakım eksikliğidir. [18]Deprem halinde malı zarar gören kiracı, yapı malikine karşı TBK madde 69 kapsamında dava açabilecektir. Özellikle beklenen büyük İstanbul depremi düşünülünce Türk Borçlar Kanunu’nun 69. Maddesinin önemi bir kere daha ortaya çıkmaktadır.

4.Ayırt Etme Gücü Bulunmayanların Sorumluluğu

Bir kimsenin hukuk düzeni tarafından fiillerinden sorumlu tutulabilmesi ayırt etme gücüne sahip olmasına bağlıdır. Kendi fiillerinin neticesini idrak etme kudretine sahip olmayan bir kimsenin, fiillerinin sonuçlarına da katlanabilmesi beklenemez. Kanun bu durumda ayırt etme gücüne sahip olmayan kimselerin kusuru olamayacağı için, fillerinden sorumlu tutulamayacağını öngörmektedir. Dolayısıyla TBK madde 49 hükmü ile kusur sorumluluğunun düzenlendiği hallerde ayırt etme gücüne haiz olmayan kimseler bakımından sorumluluk doğmayacaktır. Ancak daha önce de değindiğimiz üzere kusursuz sorumluluk hallerinde kusur unsuru aranmadığı için, söz konusu bazı durumlarda ayırt etme gücü bulunmayan kimselerin de sorumlu tutulabileceği düzenlenmiştir. İşte bu gibi durumlarda TBK madde 65 hükmü ile “Hakkaniyet gerektiriyorsa; hâkim, ayırt etme gücü bulunmayan kişinin verdiği zararın, tamamen veya kısmen giderilmesine karar verir.” demek suretiyle hakkaniyet sorumluluğunu düzenlemiştir. Burada söz konusu ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin verdiği zararın tazmin edilmesi gerekip gerekmediği hakkaniyete bağlı olarak hakimin takdirine bırakılmıştır. Hakim somut olayın şartlarını ve hakkaniyet esaslarını dikkate alarak takdirini kullanacaktır.

5.Iztırar Halinde Verilen Zarardan Sorumluluk

TBK’nın 64. maddesiKendisini veya başkasını açık ya da yakın bir zarar tehlikesinden korumak için diğer bir kişinin mallarına zarar verenin, bu zararı giderim yükümlülüğünü hâkim hakkaniyete göre belirler.” diyerekten ıztırar halinde verilen zarardan sorumluluğu düzenlemektedir. Aslında ıztırar hali, hukuka aykırılığı önleyen sebeplerden biridir. Burada kanun koyucunun kusursuz sorumluluk hali olarak düzenlemesinin nedeni, hakkaniyet esaslarına dayanmasıdır. Bir başkasını tehlike anında korumak adına başka birinin malına zarar veren kişi hakkaniyete uygun olarak kendi fiili sebebiyle zarar görenin zararını gidermekle yükümlüdür. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da yalnızca mala verilen zararlar bakımından sorumluluğun söz konusu olabileceğidir. Fiil ile zarar arasında illiyet bağının varlığı da gerekmektedir. Bu durumda hakim zararın tazminin gerekip gerekmediğini somut olayın şartlarına göre ve hakkaniyete uygun olarak takdir edecektir.

 

KAYNAKÇA

EREN Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayıncılık, Ankara 2016. (Eren, Borçlar Hukuku)

GÜRPINAR Damla: Sözleşme Dışı Yanlış Tavsiyede Bulunma, Öğüt veya Bilgi Vermeden Doğan Hukuki Sorumluluk, İzmir 2006

KILIÇOĞLU Ahmet M.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018.

OĞUZMAN M. Kemal/ÖZ Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Vedat Kitapçılık, C.: II, İstanbul 2020.

ŞEKER, Muzaffer/ KARABAYIR Mehmet Salih: Haksız Fiil Nedeniyle Meydana Gelen Maddi Zarar ve Çeşitleri, 2021, Working Paper Series, 2(1),. Geliş tarihi gönderen http://workingpaperseries.ticaret.edu.tr/index.php/wps/article/view/33

TANDOĞAN Haluk: Tehlike Sorumluluğu Kavramı ve Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Düzenlenmesi Sorunu, Batı Der. 1979, Cilt X, Sayı 2

TEKİNAY Selahatin Sulhi/ AKMAN Sermet/ BURCUOĞLU Haluk/ ALTOP Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993

[1] Fikret EREN; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yayıncılık, Ankara 2016, s.653.

[2] EREN, s.653

[3] M. Kemal OĞUZMAN / Turgut ÖZ; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Vedat Kitapçılık, C.: II, İstanbul 2020, s.14

[4] OĞUZMAN/ÖZ, C.:II s.55

[5] OĞUZMAN/ÖZ, C.:II s.55

[6] EREN, s.597

[7] Damla GÜRPINAR; Sözleşme Dışı Yanlış Tavsiyede Bulunma, Öğüt veya Bilgi Vermeden Doğan Hukuki Sorumluluk, İzmir 2006 s.109

[8] Selahattin Sulhi TEKİNAY/ Sermet AKMAN / Haluk BURCUOĞLU / Atilla ALTOP; Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s.495

[9] OĞUZMAN/ÖZ, c.2 sh.58-59

[10] EREN, s.617

[11] Ahmet M. KILIÇOĞLU; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2018, s.194

[12] OĞUZMAN/ÖZ, c.2 s.45

[13] OĞUZMAN/ÖZ, c.2 s.46

[14] EREN, s.530

[15] P. M. . ŞEKER/ M.S. KARABAYIR; Haksız Fiil Nedeniyle Meydana Gelen Maddi Zarar ve Çeşitleri. Working Paper Series, 2(1), 37-42. http://workingpaperseries.ticaret.edu.tr/index.php/wps/article/view/33

[16] OĞUZMAN/ÖZ, c.2 sh.41

[17] EREN, s.596.

[18] Haluk TANDOĞAN, Tehlike Sorumluluğu Kavramı ve Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Düzenlenmesi Sorunu, Batı Der. 1979, Cilt X, Sayı 2 Sayfa 291 – 322

İlginizi Çekebilir

Genel Hizmetlerimiz Formu